Mağduriyetin millileşmesi
PDF Yazdır e-Posta

Milliyetçiliğin ağırlıklı olarak siyasetle ilişkilendirilmesi, bu ideolojinin bir algılar dünyası olmasını görünmez kılıyor. Oysa siyasetteki milliyetçilik, aslında yaygın bir ideolojinin, bir düşünce, değerlendirme, hissetme ve algı biçiminin kaçınılmaz bir sonucudur.

Bu ideoloji siyasete yansımadığında da vardır. Ve milliyetçilik siyaset dâhil hiç beklenmedik pek çok alanda belirebilir: Edebiyatta, sanatta, bilimsel araştırmalarda, sporda, dilde, vb. Bunun milliyetçilik olduğu anlaşılmadığında bu “inanç” da hayatını sürdürür ve yayılıp güçlenir.

Bu durum milliyetçiliğin içselleştirilmesidir. Her şey “milli” olunca onun dışında başka dünyaların da var olabileceği pek akla gelmez. Milli olan olağan sayılır, başka referanslar anormallik olarak görülür, en azından tuhaf kaçarlar.

Millilikle uyum içinde olmayan kişileri açıklamak zor olunca “hain” veya “düşman” açıklamasına başvurmak bundandır.

“Normal olana karşı çıkanı başka nasıl açıklayabiliriz ki?” diye düşünür milli çoğunluk.

Mağduriyetin millileşmesi de çağdaş milli devletler içinde çok yaygındır. Özellikle eğitim, tarihçilik ve edebiyat bu alanda çok etkili olmuştur. Millet olarak “hatırlanan” mağduriyet hem milleti birleştirip bütünleştirir, hem de “ötekini” şekillendirir, ete kemiğe dönüştürür.

Milli mağduriyetin olmazsa olmaz iki bileşeni “biz” ve “ötekidir”: Acı çeken ve acıyı çektiren. Milli davaların mağduriyet söylemiyle yürütülmesi bu faktörlerin işlevliğindendir. Bu yaklaşım milli kimliği pekiştirmenin en kestirme yoludur.

Buna eskiden “milli bilinç edinme” denmişti. Şimdilerde daha çok “milli kimlik” lafı ediliyor.

İlginç olan, insanların çektikleri – bazen çektikleri varsayılan – acıların nasıl millileştiğidir.

İnsanların çektikleri acılar doğal olarak kişiseldir. Birileri aşağılanır, özgürlükleri kısıtlanır, servetlerine zarar verilir veya el konulur, sürülür, öldürülür.

Milli mağduriyet kişisel acıların toplamı değildir: Acıların “milli” olması ideolojik bir alanda algılanmasıyla oluşur.

Örneğin, geçmişin milli olarak “hatırlanması” özeldir. Canlılar geçmişlerini doğal olarak hatırlarlar, ama yüzlerce yıl önce başkalarının yaşadıklarını “kendi geçmişleri” olarak algılamaları bambaşka bir olaydır.

Bu “hatırlama” değildir, öğretilendir, benimsetilendir.

Milli devletler farklı yollarla milli bir geçmiş oluştururlar: Eğitim, milli edebiyat, milli tarihçilik, müzeler, anıtlar, sokak isimleri, hatta masallar ve kişi isimleri “başkalarının” geçmişini “bizim” geçmişimiz olarak tanıtır.

Bu geçmişin “bizim” geçmişimiz olduğu kabul görmesi aidiyetin en üst noktasına varmasıdır. Çünkü bu geçmiş, bizimle geçmişte yaşamış bazı kimseler arasında bir yakınlık olarak algılanmaz, doğrudan “bizim”, yani her birimizin geçmişi (başına gelenleri) olarak algılanır.

“Siz bizi mağdur ettiniz” derken geçmişle bugün arasındaki sınır da görünmez olur.

Artık, “sizin bize yaptıklarınızı, o mağduriyeti, unutmuyoruz” türünde bir cümle kurarken yapılanları kişiler olarak “bize” yapılmış gibi hissederiz.

Yapanlar ise, yine şu an karşımızda bulunan “öteki milletin” bireyleri olarak anlaşılır.

Yani millilik artık bu mağduriyet algısı üzerinden sağlanmıştır demektir:

Mağdur “bizler” ve buna neden olan “ötekiler”.

Bu milli ve suçlayıcı söylem ortaya çıktığında, tepki olarak milli savunmalar da çıkar ortaya. İtirazlar kademelidir: geçmiş önce suskunlukla geçiştirilir, sonra “abartıyorsunuz” denir, veya “önce siz başladınız, siz neden olduğunuz” veya “böyle bir şey hiç olmadı” denir.

Ama “sizin mağduriyet söyleminiz ancak milliyetçi paradigma içinde, yani milletlerin ve sorumlulukların devamlığı kabulüyle anlamlı olabilir” denmez.

Bunu söylemek pek akla gelmez.

Yani milli söylemlere ve kabullere karşı çıkılmaz. Çünkü bu mağduriyet kavgasında her taraf milliyetçi ideolojinin temel ilkelerini peşin kabul etmiştir: geçmişte mağdur olan“biz” ve mağdur eden “siz” (öteki) , milletin devamlılığı ilkesi temelinde, şu an yaşayan kişilerdir! Milli aidiyet böyle bir algı ve duygudur.

Geçmiş, hayali bir “şimdiki zamana” dönüştürülür. “Biz” mağdur ve dolayısıyla son analizde haklı olanız, “öteki” suçlu ve haksız olan…

Suçlanan da, rolleri değiştirip aynı yorum ve suçlama sistemini kullanır.

Artık mağduriyet milli bir ritüele dönüşür.

Şehit ve gazi edebiyatı yaygınlaşır. Hıristiyan dünyasında millet adına ölen “martirler” (şehitler) ve “meçhul asker” öğretilir. Tabii etnik bir sıfatla belirtilen öldürenler de hep hatırlatılır.

Bu etnik sıfat geçmişle bugün arasında bir köprü görevi görür: Eski insanlarla bugünkü insanlar arasındaki farkı görünmez kılar.

(Bir an için bu yazıda örnek olarak Türk, Kürt, Ermeni, Yunan gibi sıfatlarla ilişkilendiren olaylardan söz ettiğimi düşünün; tansiyon nasıl yükselecekti!)

Bütün bunlardan çıkan sonuç, etnik ve milli mağduriyetler yaşanmadığı mıdır?

Soru bu biçimde, yani milli anlayışın (paradigmanın) çerçevesi içinde sorulursa yanıtlaması da zor olur.

Geçmişte yaşanan her türlü milli “haksızlıklar” (bugün suç ve günah saydıklarımıza “haksızlık” diyelim!) milli ideolojinin doğurduğu olaylardı, ve tabii ki buna benzer olayların bir daha yaşanmaması için bunların bugün mahkûm edilmesi gerekir.

Yapılmaması gereken geçmişi bugüne taşımaktır; bugünün insanını geçmişte “haksızlıkları” yapanlar olarak görmektir.

Bunu “öteki” için yapmak kolay değildir, ama arada yapılabildiğini de görüyoruz; ancak en zor olanı ve hemen hemen hiç görmediğimiz, “kendimizi” eskiden mağdur edilen “ecdatla” bir görmememizdir.

Milli algılar çerçevesinde geçmiş insanlarla aramızda mesafe koymak “ecdada” saygısızlık” ve “kimliğimizin inkârı” olarak algılanır.

Millilik çerçevesinde böyle bir tutum ayıp, günah, sapkınlık, nankörlük, duygusuzluk, ihanet vb. olarak algılanır. “Ecdadın” acıları “acılarımız” olarak görülmemesi dinsel bir günah sayılır, adeta.

Malum –gerçek veya hayali - ecdatla aidiyet çok eski, kadim bir ritüeldir. Hatta totem gibi bir işlev görür.

“Onları unutmak” kabul görmez. Ama “hatırlananın” bazen seçmeci tarih öğretimiyle ve taraflı milli eğitimle oluştuğu bütünüyle unutularak.

Milliliğin grup aidiyet duygusu, yeni bir tarih kitabı yazarak aşılacak türden basit bir duygu değildir.

Milliliğin aşılması bu yüzden zaman alacak gibi.

“Mağduriyet” söylem ve merasimleri de, millilik aşılmadığına göre, bir süre daha sürecek herhalde.

 

Your are currently browsing this site with Internet Explorer 6 (IE6).

Your current web browser must be updated to version 7 of Internet Explorer (IE7) to take advantage of all of template's capabilities.

Why should I upgrade to Internet Explorer 7? Microsoft has redesigned Internet Explorer from the ground up, with better security, new capabilities, and a whole new interface. Many changes resulted from the feedback of millions of users who tested prerelease versions of the new browser. The most compelling reason to upgrade is the improved security. The Internet of today is not the Internet of five years ago. There are dangers that simply didn't exist back in 2001, when Internet Explorer 6 was released to the world. Internet Explorer 7 makes surfing the web fundamentally safer by offering greater protection against viruses, spyware, and other online risks.

Get free downloads for Internet Explorer 7, including recommended updates as they become available. To download Internet Explorer 7 in the language of your choice, please visit the Internet Explorer 7 worldwide page.