Türkiye’nin düşmanları ve kozları | ||||
Ahval, 13 Temmuz 2020 Watiya üssünü kim bombaladı? Bu konuda farklı isimlerden söz edildi: Rusya, Fransa, Arap Emirlikleri, Mısır, farklı yerlerden aldığı uçaklarla Haftar… Saldırıdan daha kaygı verici olanı, bunca alternatiflerin düşünülüyor olması. Demek ki bu adayların Türk güçlerine saldırması olanaklı! Türkiye’nin gerçek veya hayali, büyüklü küçüklü düşmanları pek çok. Komşulardan başlarsak, Suriye ve Irak ve bu ülkelerde yaşayanlardan Kürtler var. Bunlarla sıcak temaslar sıradan, artık haber değeri kalmamış günlük bir rutin. Bu ülkelerde arada Ruslarla, Amerikalılarla, Suriyelilerle ve Iraklılarla da savaşılır gibi oluyor. Daeş de arada ismini duyuruyor. Ermenistan, Yunanistan ve Kıbrıs’la da gerilimli ilişkilerin yaşandığı başka üç komşu. Bunun dışında, dış halkada, günün birinde uçağı düşürülen, sonra başka bir gün Suriye’de Türk askerlerini bombalayan, NATO’da ve Libya’da düşman olan, “dost” Rusya var. Çocuk katili ilan edilen İsrail var. ABD zaten Türkiye’de darbelere girişti diye tehdit olarak algılanıyor; daha dün Kıbrıs’a askeri eğitim sağlayacağını ilan etti. AB yaptırım lafları ederek Türk düşmanlarının yanında. Hele Fransa Türkiye’ye cepheden karşı. Arab Birliği Türkiye’yi yayılmacı sayıyor. Mısır Libya’yı vurgulayarak savaşa katılacağını ilan ediyor, ordusu manevralar yapıyor. Bu düşman güçler aralarında görüşüyor, ittifaklar bile kuruyorlar. Tabii ülke içinde de, düşman ve terörist sayılan ve dış mihraklarla işbirliği içinde görülen, şu an bir kısmının hapiste tutulduğu, bir kısmının kaçırıldığı, bir kısmının da susturulup pasifiye edildiği “hainler” var. Dünyanın pek çok gazetesi, dergisi, sivil kurumu Türkiye’yi saldırgan, barışı tehlikeye atan, kaba güç kullanan ve tehditkâr bir dil kullanan bir güç olarak sergiliyor. Antidemokrat ve diktatör sıfatları eksik değil. Bunlar da düşman sınıfında. En son Ayasofya kararıyla da Türkiye Papa’dan Rusya”ya Hıristiyan dünyayı karşısına almış oldu. İlgili Türk merciler – en başta R.T. Erdoğan – bütün bunlara cevap yetiştirmekte. Ama bu yapılırken kullanılan sert dil, sıfatlar ve tehditler düşmanın suçlamalarını doğrular gibi. Bu sıkıntılı duruma karşılık Türkiye’nin – yani R.T. Erdoğan’ın - elinde pek çok koz var. Koz dediğim emniyet supabı! Fazla sıkışınca geri atılacak adımlar, ödün verilecek durumlar, değiştirilebilecek siyasi ilişkilerdir bu kozlar. Ayakta kalmayı sağlayan kozlar. Örneğin, bakarsın yarın Esed yeniden Esat oluverir. Türkiye Suriye’nin egemenlik haklarını tanır. Veya yeniden “barış süreci” başlar, Demirtaş hatta Öcalan bile sokaklarda veya ekranlarda görülebilir. Belki S-400’lerin kullanılmayacağı ilan edilir ve ABD ile uzlaşılır. Göçmenlerin Avrupa’ya gönderilmeyeceği ilan edilir ve AB kazanılır. Kıbrıs resmen tanınır ve gerilim azalır. Hatta münhasır ekonomik sahası da tanınır ve Akdeniz’de nefes alınır. Ege Denizi çevresinde uçuşlar azalır, hatta bütün olarak durdurulur ve Yunanistan’la diyalog olanağı doğar. Libya, 1911’de olduğu gibi yeniden terk edilir ve pek çok ülke ile dostane ilişkiler kurulur. Hatta Yemen de, eskiden olduğu gibi yeniden unutulur; Araplar kazanılır. İsrail ile “geleneksel dostluk” bir özür ile sağlanabilir. Ermenistan ile dostluk da bir tatlı söze bağlı aslında. Ülke içindeki düşmanlarla da barış imzalanır. Osman Kavala ve Ahmet Altan normal vatandaş sayılabilir, örneğin. Hapishaneler boşalır ve binlerce hain ve terörist, daha geçenlerde olduğu gibi yeniden hayatlarını normal sürdürmeye başlar. Yurt dışına sığınanlar için af çıkarılabilir. Bakarsın kılıç zoruyla gasp edildiği için Ayasofya’nın (orijinali Agia Sofia) vakıf olma hakkı yoktur denir, UNESCO ile barışılır. Bütün bunlar hayal oyunu değil. Bunlar Türkiye’nin kozlarıdır. Sıkıştığında bunların bir kısmı kullanılabilir. Rahip Bronson’un bir günde salıverildiği veya S-400’lerin kullanılmadığı gibi. Ama bu pek çok kozun tuhaf bir hali var. Bu kozlar büyük bir avantajdır ama her birinin elde edilmesi bir veya birkaç düşmanın yaratılmasıyla oldu. Kozların kazanılması için ağır bedeller ödendi. Önce düşmanlıklar yaratıldı ve bu durumdan potansiyel kozlar oluştu. Düşman-koz durumunun fizibilite raporlarının yapılmış olduğunu hiç sanmıyorum. Önce gereksiz gerilim yaratılıyor, sonra pazarlık süreci başlıyor ve iç konjonktür de elveriyorsa verilen bir ödün, geriye atılan bir adım karşılığında uzlaşma sağlanıyor. Hesap da vermeden, zaten hesap soran da yok. Döngünün sonunda ve en iyi durumda en başa dönülmüş oluyor. Ama bu arada gerilimin zararı da yaşanarak; dostların sayısı azaldıkça azalarak. Yani o ilk isabetsiz adım atılmasa koza da gerek duyulmayacak. Buna siyaset diyenler olabilir ama yapılanlar pek yararlı siyasete de benzemiyor. Çünkü bu düşmanlar sergisinin bedeli yüksek oluyor ve uzun sürede Türkiye’nin imajı ve güvenirliği yara almış oluyor. Her döngünün sonunda “düşmanın” kafasında tatsız bir anı, unutulmayan bir kaba davranış, bir haksızlık, kuşku ve korku duygusu kalıyor. Ülkelerin kamuoyu değerlendirmelerinde Türkiye alt sıralarda görülüyor. Bunun bedelini de ekonomi ödüyor, yani yurttaşlar. Durum biraz Sisifos mitosunu hatırlatıyor. Sonra aklıma Don Kişot’un yel değirmenleri ve gereksiz saldırıları geldi. Sonra “Biz bunu neden yaptık?” fıkrası. Ama durum gülünecek gibi de değil. İki atasözü ile bitireyim: Öfke ile kalkan zararla oturur. Keskin sirkenin zararı küpüne. Bunca öfke, bunca düşman hayra alamet değil! |