‘Gerçeği’ ararken (8): Sonunda ne bulduk?
Yazdır

cocuk-durbun

HERKÜL MİLLAS
21 HAZİRAN 2016
YENİ HAYAT

“Gerçek” konusunda iyimser bir saptamada bulunayım: Herkesin üzerinde anlaşabileceği mutlak bir gerçeğe ulaşmak herhalde olanaklı değildir; ama neyin yanlış, yalan, mitos ve uydurma olduğu konusunda anlaşmak herhalde daha kolaydır. Ama bunun da şartları var. Çevremizi ve hele kendimizi anladığımızda, bizden farklı görüşte olanlarla ilişki içinde olmaktan korkmadığımızda ve her birimizin farkında olmadığı önyargılara sahip olduğumuzu kabul ettiğimizde (en zor olanı da budur!) yalanların dünyasından oldukça uzak kalabiliriz. Kişi olarak bunu sağlamak – ama ancak şartlar oluşursa – mümkündür.

Toplumun bir bütün olarak bu alanda başarılı olması çok daha zordur. Özellikle “bizden iyisi yoktur” havasındaysa böyle bir şansı hiç yoktur! Bu kibirli ruh hali, yukarıda sözünü ettiğim “gerekli şartların” tam tersidir. Özellikle ülke genelindeki bugünkü eğitim sistemi, günlük hamasi siyasi konuşmalar ve beyin yıkamalar, “öteki” ülkeleri ve halkları, farklı uygarlıkları ve ideolojileri aşağılayan tutumlar sürdükçe “gerçeklerle” sorunlarımız ve mitoslarla içli-dışlı ilişkimiz süregelecektir. Bu da konumuzla ilgili kötümser saptama.

Kıvanç duyma gereği ve iki farklı görüş

Yalanın bir sistem olarak öğretilmesine ve inanılmasına da “paradigma” diyebiliriz. Paradigmaların (sakat ideolojiler vb) yıkılmasının da pek zor olduğunu, çünkü kimliklerin bu tür hikâyelere dayandığını anlatmaya çalıştım. İnsanların sakat da olsa bir paradigmaya sarılmalarının varoluşsal bir nedeni var; o görüş kimlikleridir. İnsanların bir şeylere inanması, bu inandıklarından kendilerine pay çıkararak kıvanç, güven ve huzur araması normaldir. “Senin düşündüklerin yanlıştır, doğrusu şudur!” gibi bir yaklaşım hem ikna edici ve sonuç alıcı değildir, hem de baskıcı, hatta insan haysiyetine ters bir yaklaşımdır. Bize göre yanlış sayılan inançlara karşı çıkarken, insanların yanlış şeylere inanma özgürlüklerinin de olduğunu kabul etmekle başlamak gerek. Daha önceki yazılarımda bu konuda örnekler verdim.

Ama asıl önemli adım “gerçekle” kimlik arasındaki dengeyi sağlamaktır. Bir insanın “yanlış” saydığımız görüşünü çürütürsek, o insan kıvancı, güveni ve huzuru nerede bulacak? Bu ihtiyaçlar sağlanmadıkça insan ya eski paradigmasına sarılmaya devam edecek ya da ruhsal bir krize girecek. Tam da bu noktada toplumu sarsan, bölen ve geren (siyasetle ilgili) bir örnek yararlı olabilir. Malum, bazı “kanı ve sütü bozuk” Türkler Türk ulusunun bazı eksikliklerini dile getirdi. Bu, temel bir inancın inkârı gibi bir işlevi oldu. “Türk kimliği” taşıyan pek çok Türk’ün kendileriyle ilgili imajları tehdit edildi. “Ne demek yani? Biz katil millet miyiz?” sorusu ve öfkesi doğdu. Akla bir soru daha geldi: “Bizim milleti böylesine suçlayan ve kötüleyen bir insanı bizim milletten sayabilir miyiz?”

Bu çatışmada ve anlaşmazlıkta tipik bir paradigmalar kavgası görüyoruz. Aslında farklı iki millet tanımı ve anlayışı karşı karşıyadır. Birincisine göre milletin ve fertlerinin belli özellikleri vardır, bunlar da genellikle olumlu özelliklerdir. Daha önemlisi, millet bu özelliklerini tarih içinde sürdürmüştür. Yani milli karakterin devamlılığı kabul edilmektedir. Bu durumda birileri “eskiden şu kötü hareket oldu” dediğinde, milletin tanımından dolayı otomatik olarak şu sonuç çıkıyor: “Demek ki biz sakatmışız, olumlu bir millet değilmişiz, ben de böyle bir milletin üyesiymişim!” Bu mantık yürütüldüğünde öfke anlaşılır oluyor. “Sen kendi milletine bunları yakıştırırken onun kıvancını, güvenini ve huzurunu sarsıyorsan, tabii ki hainsin!”

Geleneksel paradigma inandırıcı değil

Ya öteki paradigma ne diyor? Farklı bir millet tanımına göre bir milletin içinde her türlü insan olabilir; iyisi de, kötüsü de. Bu anlayışa göre millet içinde kötü insanların bulunması ne millet kavramını ne de genel kimliği zedeler. Tam tersine, geçmişte yapılmış bir yanlışın ve kötülüğün kabul edilmesi, millet kavramını ve kıvancını zedelemediği gibi, üstelik bir yeni kıvanç nedeni de olabiliyor: “Biz geçmişimizle yüzleşebilen üstün kimseleriz!” Milletini kötülüyor diye karalanan insanlar – olaya onların düşünme biçimleri açısından bakınca – aslında milletlerini yüceltiyorlar. Bizim millet, diyorlar, yanlışlarını kabul edebilen bir millettir; hatalar yapmış bizden kimseler olmuşsa onlara bugün destek vermiyoruz, onlara muhalefet ediyoruz, kınıyoruz! Bu milli bir erdemdir!

Dikkat edilirse birilerinin “hain” dediği insanlar milli kıvancı, güveni ve huzuru farklı bir konumda anlıyor: Geçmişin eleştirel bir yorumunda. Ve bu farklı konum, zamanın şartlarına, anlayışına ve konjonktürüne çok daha uyumludur. Böylesine eleştirel bir yaklaşım dünyada kabul görebilir. Oysa geleneksel paradigma artık inandırıcı olamamakta. Almanlar geçmişlerindeki sakatlıkları kabul ederken tam da bunun için başarılı olmuşlardır. Kimse artık onları eleştirmeyi akıllarına getirmemekte – tabii milletleri değişmez bütün olarak gören ırkçılar dışında.

Sekiz yazı serisi halinde yazdığım “gerçekle” ilgili yazılarının sonuncusudur bu. Sonuç olarak “gerçeğin” bir paradigma (dünya görüşü) meselesi olduğunu ve paradigmaların çeşitli olduğunu tekrarlayayım. Dünya ile uyumlu ve zamane olmak için bu alanda bir hamle yapmak gerekiyor. Ama maalesef hamle yapmak veya bunun gereğini görmek bir yana; şu an yaşanan geçen yüzyılın söylemine ve gidişine bağlı kalmaktır.

Çıkış yolu eğitimdir. Eğitim derken okula gitmek ve dersi ezberlemek demek istemiyorum. İnsanları biçimlendiren eğitim, okulu aşar. Evdeki konuşmalar, televizyondaki programlar, siyasilerin nutukları, romandan sinemaya, şiirden heykele bütün sanat dalları insanların paradigmalarını edinmelerinde rolleri vardır. Şu an bütün bu alanlar sorunludur. Yani “eğitim” hiç yardımcı olmuyor. Toplumların değişmesi bundan dolayı hem zordur hem ağır işleyen bir süreçtir.

Çevre değiştirmek belki bir çıkış yoludur. İçe kapanmamak, dışa dönük olmak gibi. “Bizden iyisi yoktur” havası böylesine egemen olmasa, çekinmeden AB’nin yararlarından söz edecektim! Ben kendi payıma, kıvancı, güveni ve huzuru başka alanlarda arayanlardanım.

Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir